22 Haziran 2014 Pazar

Orbea Türkiye

Bisiklet kültürü, oldukça yavaş bir şekilde de olsa Türkiye'de kendini hissettirmeye başladı. Şehirlere yapılan bisiklet yolları ve bu yollarda gördüğümüz bisikletli insan sayısında artış var. Hemen hemen her gün en olmaz dediğim yerlerden geçerken bile en az bir bisikletli görmeye başladım. Kimisi marketten alınma, kimisi karne hediyesi tadında, kimisi kuş gibi hafif, kimisi pırıl pırıl alüminyum, kimisi oldukça pahalı, kimisi iyi bir bisiklete verilecek en az tutarda... Her şehrin ve ülkenin bu rengarenk güzelliklere ihtiyacı var.

Uygarlık göstergesi olan her şey gibi, bisiklet bilinci de yaygınlaşmakta güçlük çekiyor bu coğrafyada. Ancak, son yıllardaki hareketlenmeyi gören ve ülkemize giriş yapan bisiklet markaları sayesinde, insanlar daha çok bisiklet mağazası ve bisiklet görmeye başladı. Bisikletin çocukken binilip sonra bırakılan bir oyuncak değil, büyüyünce de kullanılabilecek bir araç ve keyifli bir hobi olduğunun farkına varılacaktır er ya da geç. Ülkeye giriş yapan ve bisikleti sevdirmeyi amaçlayan, mağaza personelinin de halihazırda bisiklet kullanıcısı olduğu markalar yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladı. Bu markalardan bir tanesi de Orbea.

1840 yılında makine endüstrisine giriş yapan marka, başarılı bir geçmişin ardından 1900'lü yılların başında bisiklet sektörüne de el atmış. 1940 itibariyle ise sadece bisiklete odaklanmışlar. İspanya'nın Bask bölgesinde yer alan fabrikalarında estetiği ve performansı bir araya getiren, baktığınızda gözünüze hoş gelen ve kıvrımları bol bisikletler üretiyorlar. Geçtiğimiz yıl kapanan Euskaltel-Euskadi ismindeki profesyonel bisiklet takımının bisikletlerini üreten Orbea, bu yıl Cofidis takımı ile çalışıyor.

Kısa bir süre önce tasarımı güzel bisikletlerini sergilemek için İstanbul'daki ilk mağazasını açan marka, üretim işçiliği, kadro tasarımı ve boya kalitesi gibi konularda dikkat çekiyor. Mağazada her çeşit ve her fiyat grubuna ait bisiklet bulabilirsiniz. Özellikle Carpe modelinin alternatiflerine bir bakmanızı tavsiye ederim. Onun yanı sıra, dağ bisikletlerinde alışılmışın dışında bir tasarım merakınız var ise, markanın geniş dağ bisikleti yelpazesine de bir göz atabilirsiniz. Yol bisikletlerinde ise özellikle 2015 model olanların renkleri bir hayli güzel. Üretiminin çok büyük bir kısmını Avrupa'da gerçekleştiren Orbea markası, tüm bisiklet kadrolarında ömür boyu garanti sunuyor.

Cemil Topuzlu Caddesi üzerinde Caddebostan'a doğru ilerlerken solunuzda kalan mağazanın müdürlüğünü, bisiklet geçmişi çok eskiye dayanan ve hem profesyonel hem de teknik anlamda bilgisine rahatça güvenebileceğiniz, benim gibi bisikletin verdiği o özgürlük hissine aşık olan ve bisikletten başka bir şey düşünmeyen Aram Tabar üstlenmiş durumda. Mağazanın tam yerine buradan bakabilir ve sosyal medya hesaplarına erişebilirsiniz.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Sipariş Gümrükten Nasıl Teslim Alınır?

Yurt dışından sipariş verdiniz ve siparişiniz size ulaşmadı. Takip numarasından kontrol ettiğinizde bir sürü torbaya eklendi ibaresinden sonra gördünüz ki gönderiniz gümrükte bekletiliyor. Kahrolmanıza gerek yok. Panik yapmayın. Alıcıya ihbar notu gönderildi, gümrükte tutuluyor gibi bir cümle ile durumu özetleyen PTT yetkilileri ile görüşmek için gitmeniz gereken yer, İstanbul'da olanlar için İkitelli'deki UKİM'dir. Eskiden Cevizlibağ'da olan ve Uluslararası Kargo İşleme Merkezi olarak geçen bu yere doğru düzgün toplu taşıma yok. Yola çıkmadan önce şuradan yerine bakabilirsiniz. Sizin için işaretledim. Açık adres isterseniz buraya bakabilirsiniz.

Şimdi gelelim orada işlerin nasıl yürüdüğüne. Ben saat 16:00'dan sonra gittim. Sıra yoktu. Günlerden Perşembe idi. Sadece bir kere gittim. Yani, anlatacaklarım defalarca denenmiş şeyler değildir. Tamamen benim tek günlük tecrübem ile sabittir. Gözlemlediğim kadarıyla, o saate kaldığım için hem sıra olmamış oldu hem de orada çalışan personel biraz daha aceleciydi. Mesai bitimine yakın oldukları için sabah saatlerindeki ilgi ve dikkat kalmamıştı diye tahmin ediyorum. Dolayısıyla, işlerim oldukça çabuk yürüdü. Bilmeniz gereken en önemli şeylerden biri, gümrük ödemelerinin sadece nakit yolla olduğu. Yani, kredi kartı kabul edilmiyor. Dolayısıyla yanınzda nakit para ile gitmelisiniz. Aykosan Sanayi Bölgesi diye geçen bir yerin içinde olan bu merkezin hemen dibinde bir tane Vakıfbank ATM var. Sitenin dışında ise bir iki tane başka bankaya denk geldim ama hangileri olduğunu net hatırlamıyorum. Yanınıza almayı unutur veya paranız eksik çıkarsa buralardan takviye yapabilirsiniz.

İçeri girince öncelikle danışma kısmına gitmeniz gerekiyor. Size gelen ihbar notu yanınızda yoksa, gönderi kodunu söylemeniz de yeterli oluyor. Yani, internetten gönderi kodu ile sorgulama yaptığınızda size ihbar notunun gönderildiğini gördüyseniz, o not elinize ulaşmadan da gidip işinizi halledebilirsiniz. Yeter ki kimliğiniz ve gönderi kodunuz yanınızda olsun. O sadece bir bilgilendirme notu. Resmi bir evrak değil. Onu görmek veya kontrolünü yapmak istemiyorlar. Danışmada işiniz bittikten sonra gönderiniz sizin için hazır hale getiriliyor ve azıcık ötedeki başka bir odadan isminiz okunuyor. İsminiz okunduktan sonra içeri girip sorulan sorulara cevap vermeye başlıyorsunuz. Bunun içinde ne var? Ödeme belgeniz var mı? Nereden geliyor? Ne için kullanacaksın? gibi sorulara yanıt veriyorsunuz. Benim yanımda ödeme belgem yoktu, ancak kutunun içinde fatura olduğunu ve toplam tutarın orada yazılı olduğunu belirttim. Kutuyu açıp içine baktı. Bisiklet kadrosunu şöyle bir kontrol etti ve 250 USD tutarındaki faturayı inceledi. Bu tutardaki gönderi için toplam 105 TL yakınlarında bir vergi ödedim. Gümrük vergisinin oranı ile ilgili buradan fikir sahibi olabilirsiniz. Tutar çok düşük olsaydı, şüphelenip ödeme belgesi için ısrar edebilirdi. Koca bisiklet gövdesi 100 dolar olur mu canım diyerek işi yokuşa sürebilirdi. O zaman işim biraz uzardı. Satın aldığınız yere fatura düzenletirken mantıklı tutarlar belirtmeye özen gösterin. Sorulan bir dizi başka sorunun ardından bisiklet kadrosunun çelik olduğunu, İtalya'dan geldiğini ve ticaret için değil kendim için aldığımı söyledim. Herhangi bir sert tutum veya ters tavırla karşılaşmadım. Öyle sandığınız gibi tepenizden beyaz ışık sarkıtılıp rahatsız bir iskemlenin üzerinde karanlık bir odada sorguya çekilmiyorsunuz. Bana toplam ödemem gereken tutarın yazılı olduğu bir makbuz verdiler. Onunla başka bir bankoya gidip ödemeyi yaptım. Bankodaki kişiler oldukça sevimliydi. Onlar da sohbet olsun diye ne aldığımı, ne yapacağımı falan sordular. Türkiye'deki bisiklet kullanımı ve kültürü üzerine lafladık. Bir yandan da işlerini yaptılar. Sonra tutarı ödediğime dair bir başka belge verip gönderdiler. O belgeyle az önceki odaya geri gittim ve kutuyu alıp oradan ayrıldım. Tüm bu anlattıklarım, on dakikadan kısa süre içinde geçekleşti.

Bir süre önce arkadaşım da benim gibi sadece kadro almıştı. Onun kutusu evine teslim edilmiş, gümrük tutarı kapıda tahsil edilmişti. Oradaki yetkililere bunun neden farklılık gösterdiğini sordum. Kutuyu ilk kontrol eden memurun kararı olduğunu söylediler. O nereye yönlendirirse ona göre işlem yapılıyormuş. Kesin bir kriteri yokmuş. Komik geldi ama gülmeden oradan ayrılmayı başardım.

Merak edenler için : Yurt Dışından Bisiklet Getirmek

12 Haziran 2014 Perşembe

Kemer Tırmanış Turu

Bundan kısa bir süre öncesine kadar yol bisikleti benim için ani ataklar yapmak, kısa veya orta mesafeli parkurlarda yüksek hız ortalaması tutturmak ve uzun turlara katılmaktan ibaretti. Tırmanış mı? Nefret ederdim. Ne görüntüsünü severdim, ne tırmanmayı, ne de bitirmeyi... Hele o tırmanış başlangıcının biraz uzaktan görüntüsü yok mu; moralimi daha eğim başlamadan yerle bir ederdi. Yüksek nabızla, ter içinde ve bacaklarında onca acıyla bisiklete binmenin neresi keyifli olabilir? Bundan keyif alanları anlamaz, onlardan biri olmayacağıma bahse girerdim. Ancak, bir yandan da Strava'da irili ufaklı tırmanışlarda kim ne yapmış diye inceler, hem onları kıskanır hem de kendime kızardım. Düz yolda basıp gitmek iyiydi de, bunca insan tırmanışta ne buluyordu?

Yol bisikleti yarışlarını izleyenler bilirler tırmanışçıların ne kadar zayıf ve çelimsiz yapıda olduklarını. O incecik kollar, kırılacak gibi duran bacaklar ve ilk bakışta bir bir sayılabilen kemikler... Yer çekimine meydan okumak için sadece kuvvetli bacaklara değil, hafif bir bedene de ihtiyaç var. İşe kilo vermekle başladım. Hedefim safkan bir tırmanışçıya evrilmek olmadığından, çok abartmadan bir diyet uyguladım. Aslında tam anlamıyla bir diyet denemez. Şeker, tuz, hamur işi, meyve suyu, kola, ekmek gibi şeyleri hayatımdan neredeyse tamamen çıkardım. Geç saatte yemek yeme işine nokta koydum. Sonuç mu? Hemen hemen her kış döneminde 85-90 kilo aralığına gelen ben, bu kış ayının sonlarından itibaren bu işe bir son verdim ve bir ayda 75 kiloya indim. Kullandığım bisikletin kilo hesabını yapmak yerine, işin odağını kendime yönelttim. Boyum 180 cm ve kilom 75 olunca, eskisinden bariz bir biçimde daha ince bir görünüme kavuşmuş oldum. Hedefim ilk etapta 70 kiloya inmekti ama anemik olduğum için bedenim olumsuz sinyaller vermeye başlayınca kilomu korumaya karar verdim. Bu aralar 73 kiloyum, şimdilik sorun yok. Belki de belli bir limitten sonra bedeni alıştıra alıştıra kilo vermek gerekiyordur benim tipimde kişiler için.


Fazla kiloları attıktan sonra geriye tırmanış antrenmanları yapmak kalmıştı. Aslında ilk planım İstanbul içinde tırmanmadık yer bırakmamak, her yerine gidip tırmanış antrenmanı yapmaktı ama tam bu noktada imdadıma aynı zamanda abim diyebileceğim sevgili dostum Aytaç Biber yetişti. Konu bisiklet olunca görüşlerine ve tavsiyelerine büyük önem verdiğim Aytaç, hem fizik yapısı hem de bisikletteki alışkanlıkları itibariyle safkan bir tırmanışçı modelidir. İstanbul'da zaten öyle şehre yakın doğru düzgün yıpratıcı ve uzun etaplar olmadığından, soluğu Kemer'de aldık. Kemer'e gelir gelmez ilk dikkatimi çeken dağlar olmuştu. Eşyanın doğasına son derece uygun bir yere geldiğimiz belliydi. Bisikletimi otelin bahçesine getirdiğim ilk anı fotoğraflamıştım arkada bir dağ manzarası ile. Her yanı dağ ve tepelerle çevrelenmiş Kemer'de on gün boyunca antrenman yapacak olmak beni bir hayli korkutmuştu. Yanımda bir sürü enerji jeli ve enerji barı getirmiştim. İlk gün marketten yapılan ufak bazı takviyelerden sonra, dengeli beslenme ışığında Kemer Turu'muza başlamaya hazırdık. Kemer'deki; haliyle otelimizdeki Rus popülasyonu yüzünden ilgi odağım ara sıra bisikletten kaymış olsa da, tüm sürüşlere aynı ciddiyetle hazırlandım diyebilirim.

Tek tek tüm etapları anlatmak istemiyorum, zira hem yazı uzunluktan okunmaz bir hal alır hem de gereksiz bir sürü detayla başınız şişer. Yazının sonunda yaptığımız tüm etapların Strava linklerini paylaştım. Oradan etap profillerini ve hız değerlerini inceleyebilirsiniz. Yanlış hatırlamıyorsam yağmurun şiddetli yağdığı bir gün haricinde bisiklete binmediğimiz gün olmamıştı. Her gün aynı yoruculukta olmasa da, irtifa kazanabileceğimiz etaplar yaparak kendimizi zorlamaya gayret ettik. Lisanslı bisiklet sporcusu olan ve bir dönem yarışlara da katılan Zuhal Yekeler, ben ve Aytaç hemen hemen tüm sürüşlerde beraberdik. Tırmanışlarda zirve noktasına ilk ulaşan, iskeletor Aytaç olurdu. Suratında tırmanışı bitirmiş olmanın verdiği zevkin bir ürünü olan hafif şeytani gülümsemesi ile beraber, tırmanışın sonlarına doğru gelen ben ve Zuhal'e Allez! Allez! diyerek gaz vermeyi bir etap olsun ihmal etmedi. Bisikletle iki yıldır; yol bisikletiyle bir buçuk yıldır haşır neşir olan ben, şimdilik daha kırk fırın ekmek yemesi gerek diye tavsiye verilen o adamlardandım. Her ne kadar Aytaç geliştiğimi söylese de, kendimi yavaş buluyordum. Zuhal ise her geçen gün bir gün öncekinden daha iyi tırmanır olmuştu. Bisiklet geçmişi eskiye dayandığından, o yatkınlık ona avantaj sağlıyordu. Beslenmesine de oldukça özen göstermişti. İstanbul'a döndükten sonra yaptığı tüm sürüşlerde gözlemlediğim üzere, tur onun için de oldukça verimli geçmişti.

Performansları birbirinden farklı üç kişi olduğumuzdan, tırmanışlarda herkes yalnız başınaydı. Yalnızlığı çok seviyorum. Hele bisikletimleyken... Nefesiniz, bisikletinizden gelen mekanik sesler, lastiğin asfaltta sürtünmesiyle yarattığı o ses ve doğa... Hangi kelimelerle nasıl betimlesem bilemediğim bir huzur hali dağlarda bisiklet sürmek. Acılı olmasına rağmen hemen bitmesini istemiyorsunuz. Doğanın güzelliğinin keyfine varırken, neden daha acısız bir yol seçmediğinizi sorguluyorsunuz bazen. Çelişkiye düşürüyor insanı. Psikolojinizi zorluyor bitmek bilmeyen eğimler. Bu bitsin, sonra biraz düzlük var... Hayır! Bir tane daha... Neyse şurada dinlenirim belki... Bit artık! Sesi uzaktan hoş gelen davula selam çakan o virajlar, sadece dergilerdeki tam sayfa fotoğraflarda veya televizyonda çok güzeller. Siz onların arasında kıvrılırken birden artan eğimler, bacaklarınızda tırmanışın sonlarına saklamaya çalıştığınız o enerjiyi oracıkta tüketmeniz için sizi zorluyor. Bazen etrafa baktım, bazen kuşları dinledim, bazen gelecek yıl nerede tatile gitsem diye düşündüm, bazen en çok özlediğim insanları geçirdim aklımdan, bazen aklıma takılan bir kelimenin İtalyancası neydi diye düşündüm durdum, bazen Norveç'in buz gibi Kuzey Denizi'nde olmayı hayal ettim, bazen nefesimi düzenlemeye çalıştım, bazen kadansıma baktım ve bazen de sadece bacaklarıma odaklandım. Ancak, ne yaparsam yapayım, pedal çevirmeyi hiç ama hiç bırakmadım.

Aralarında HC kategorilerin de olduğu tüm kategorilerdeki tırmanışları tamamladım, ancak son tırmanıştan sonra bir süre bisiklet görmek istemediğimi itiraf edebilirim. Her sürüşten sonra bir sonraki gün için paklayıp hazır ettiğim bisikletime, Marcel Kittel gibi düşman kesilmiştim. Etapları Aytaç hazırladığı için, neredeyse hiç düzlük yoktu. Hiç değilse bir gün laubaliliğe müsait sürüş yapabilsek, belki bisikletime bu kadar tepkili olmazdım. Ama saflık bende! Daha ilk güne HC kategori tırmanışı koyan adamdan insaf beklenir mi? 12-29 ruble oranı ve 53-39 aynakol oranı ile her yeri içi geçmiş keçi misali tırmandım mecburen. Aytaç'dan intikam alınabilecek tek nokta ise inişlerdi. Hem kütlem daha ağır olduğundan hem de teker setimin göbeklerindeki ufak seramik ciciler sayesinde inişlerde hep ondan uzak ara önde oldum. Ancak, bunlar yaz aşkları gibi çok kısa süren hatıralardı. Tırmanışı bir saat süren yerin inişi hemen bitince, içten içe gıcık oluyordum. Şimdi ise Aytaç'a teşekkür etmem gerekiyor, zira sayesinde önceleri küfrederek çıktığım yerlerde artık derece peşinde koşuyorum.

Kemer'den iki kilo kaybederek döndüm. İstanbul'a gelir gelmez evime yakın olan tırmanışlara vurdum kendimi. Sonra da şehre doğru açıldım. Hepsinde derecelerimi geliştirdim. Öyle saniye bazında da değil, direkt dakika olarak geliştirdim. Verdiğim kiloların ardından bacaklarım da kuvvetlenmişti artık. Kendimi daha diri ve tırmanışlarda daha dayanıklı hissediyordum. Nabız değerlerim hala yüksek olsa da, aynı nabızla eskisinden çok daha hızlı gidebiliyordum artık. Yazının başında da söylediğim gibi, tamamen zayıflayıp tipik bir tırmanışçı olmak değil, tırmanırken keyif alacak hale gelmek istiyordum. Öyle de oldu.

Kemer Turu fotoğraflarının hepsi için buraya tıklayın

Kemer Turu Strava Kayıtları

1. Etap : Gül Dağ Tırmanışı

2. Etap : Kemer -> Antalya & Antalya-> Kemer

3. Etap : Tahtalı Teleferik Tırmanışı

4. Etap : Kemer -> Olympos & Olympos -> Kemer

Recovery Day : Kemer Yakınlarında Sürüş 

5. Etap : Gül Dağ Tırmanışı

6. Etap : Kısa Tırmanışlar

7. Etap : Kemer'de Son Sürüş


8 Haziran 2014 Pazar

Bont Thor Signature Yol Bisikleti Ayakkabısı

İtalyan markalarına ait ayakkabılardan sonra farklı bir deneyim için rotayı başka bir markaya çevirdim. Bir dönem Bradley Wiggins tarafından da kullanılan ve günümüzde pek çok farklı alanda yarışan profesyonel bisiklet sporcusunun tercihi olan Bont markasının, Norveçli Thor Hushovd için ürettiği modelini bir süredir kullanıyorum. Avustralyalı firmanın bisiklet için ayakkabı üretim geçmişi çok eskiye dayanmıyor. 2007 yılı itibariyle bisiklet sporu için üretime geçen firmanın ayakkabılarını pazarlarken öne çıkardığı en önemli iki unsur, hafiflik ve esnemezlik. Piyasada çok eski olmamalarına rağmen, ayakkabıları oldukça geniş bir hobi kullanıcısı kitlesinin dolabında yer alıyor.

Thor Signature modeli ayakkabıyı kutusundan çıkarıp elime aldığımda ilk dikkatimi çeken özelliği, oldukça hafif oluşuydu. Dayanıklı olması ve uzun süre aynı şekli koruması için mikro fiber kullanılan dış yüzeyinin parlaklığı, ayakkabıya oldukça şık bir hava katmış. Tabanı tamamen karbon olan ayakkabının iki adet Velcro, bir adet de tokalı kilitleme mekanizması bulunuyor. Velcro şeritlerinin ayakkabıda sabit duran kısımları biraz uzun tutulmuş. Bu sayede, ayağınızda daha sıkı durması hedeflenmiş. Ayakkabının tokası, Sidi Ergo 3 modelindeki tokanın kalitesinden daha iyi diyebilirim. Daha hatasız ve güven veren bir işleyişi var. Belli bir pahanın üzerindeki tüm Bont modellerinde olan ve ayakkabının ön bölümünde bulunan birleştirici kısım, esnemezliğe oldukça büyük bir katkı sağlıyor. Hem burun, hem de topuk kısmı oldukça sert olan bu ayakkabı sayesinde, harcadığınız gücün hepsini pedala aktardığınızdan emin olabilirsiniz. Ayakkabıda yeterli havalandırma sağlanmış. Uzun sürüşlerden sonra ayağınızdan çıkardığınızda, sizi öyle çok da rahatsız eden bir durumla karşılaşmıyorsunuz. Ayakkabının tabanında yer alan ve ayakkabının tabanının zemin ile direkt temasını engelleyen burun ile topuk kısmında bulunan destekler, Sidi markasının ayakkabılarında kullandığı gibi çabuk yıpranacak cinsten değil. Hem kaymıyor, hem de kolay kolay aşınmıyor.

50. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nda yer alan Belkin takımındaki görevim esnasında, kendisi de bir Bont kullanıcısı olan Theo Bos ile bir süre yol bisikleti ayakkabıları üzerine sohbet ettim. Hem Bont, hem de kullandığı diğer markalar hakkında fikirlerini aldım. Etrafta takım arkadaşları da vardı ve bu sayede farklı fikirleri dinleme fırsatım oldu. Kendi kullanım tecrübem ve onlarla olan sohbetim sonrası vardığım sonuç şu ki, İtalyan markalarına ait yol bisikleti ayakkabıları konfor için esnemezlikten ödün verebiliyor. Yani, çok uzun süreler ayağınız ayakkabının içinde kalacaksa, sadece sürüş değil ara sıra yürümeniz de gerekecekse ve siz bir hobi kullanıcısı iseniz, benim tavsiyem Sidi, Gaerne, Northwave gibi markalara ayakkabıları almanız yönünde olur. Hem Sidi, hem de Bont kullanmış biri olarak, Sidi'nin çok daha rahat olduğunu ama Bont'un da çok daha esnemez ve ayağınızla yekpare bir biçimde hareket eden bir yapıda olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ben öyle uzun sürüşler yapmıyorum, pedala da iyi basarım ve aktardığım gücün hepsini bisiklette isterim diyorsanız da, tercihiniz kesinlikle Bont olmalı. Konforsuz diyorum diye, ayakkabının içi öyle işkence aletiymiş gibi bir düşünceye kapılmayın elbette. Kıyasladığım diğer modellere göre konforsuz diyorum. Yoksa kendi içinde rahat, şık tasarımı olan ve güven veren bir ayakkabı. Ancak, muadillerine kıyasla sert ve ayağı taraklı kullanıcılar için zaman zaman rahatsız olabiliyor. Yarım numara sapma olur veya ayakkabının herhangi bir yeri rahatsız ederse, ayakkabıya fırınlama işlemi uygulayabilirsiniz. Bununla ilgili olarak Bont firmasının kendi hazırladığı videoyu yazının sonuna ekledim.

Ayakkabı numaraları, markadan markaya değişiklik gösterebiliyor. Doğru tercih yapmanız için Bont markası, kendi ayakkabılarına yönelik böyle güzel bir tablo hazırlamış. Faydalanmanız sizin avantajınıza olur. İnternet sitelerinden sipariş vermek içinse bu adresi kullanabilirsiniz. Siparişin ardından müşteri hizmetleri ile yazışarak, düşük tutarlı fatura kestirmelerini sağlayabilirsiniz. Ben bu şekilde yaparak ayakkabıya gümrük ödemeden sahip olmuştum. Bunu her marka yapmıyor elbette ama yine de bir nabız yoklayabilirsiniz aldığınız yere sorup.



2 Haziran 2014 Pazartesi

İzmir Bisiklet Derneği'nde Söyleşi

Mayıs ayının başında, 50. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'ndaki görevim sebebiyle gerçekleşen günübirlik uğramamı saymazsak, daha önce İzmir'e hiç gitmemiştim. Gezmeyi seven ve her fırsatta soluğu İstanbul dışında alan biri olarak, henüz İzmir'e gitmemiş olmak ara sıra aklıma takılıp dururdu. Hep bir aksilik olmuş ve gidememiştim. Demek ki güzel anılar biriktirmek için vesilenin yine bisiklet olması gerekiyormuş. İzmir Bisiklet Derneği'nden sevgili Mustafa Karakuş'un davetiyle, 13 Mayıs tarihinde kendimi İzmir'de buldum. Amacım, yol bisikletleri hakkında, yol bisikleti kullanan ve yol bisikletine başlamak isteyenlerle bir söyleşi gerçekleştirmek ve onların sorularını cevaplamaktı.

Söyleşinin olacağı günün sabahı, İstanbul'dan Kamil Koç firmasına ait bir otobüs ile yola çıktım. Hem İzmir'e giderken, hem de oradan ayrılırken bisikletime gereken dikkati gösterdiler. İki yolculuğumda da bisikletimi hasarsız biçimde taşımayı başardılar. İzmir'e indikten kısa bir süre sonra derhal bisikletime atlayarak soluğu Alsancak'ta aldım. Anne, ben geldim ve şu an İzmir'deyim temalı fotoğraflardan sonra biraz etrafıma bakındım. Denize kıyısı olan ve arkasında dağlar yükselen şehirleri hep sevmişimdir... Söyleşi saatine az kalmıştı. Yemek yedikten sonra, yine bisikletimle Fransız Kültür Merkezi'ne doğru yol aldım. Beni dinlemek için gelen insanları görünce biraz heyecanlandım. Aralarında bisikletiyle gelenler de vardı. Bahçede duran bisikletlerine baktım şöyle bir. Hemen hemen herkesle bir şekilde selamlaştıktan sonra söyleşinin yapılacağı salona geçtik. Salona bisiklet sokmak yasak değil mi acaba diye kendi kendine söylenen bir görevlinin yanından geçerek salona girdim ve bisikletimi hemen sahneye koydum. İzmir'e bisikletimi de götürmemin birden çok sebebi vardı. İlki ve en önemlisi, söyleşiye katılacak olan kişilerden gelen taleplerdi. Bisikletimi de getirmem için Twitter üzerinden istekte bulunan kişiler olması beni çok mutlu etti. Diğer yandan, bir şehri gezmenin en güzel yolu bisiklet olduğu için, bisikletsiz bir İzmir ziyareti yapmak istememiştim. Hem bir sürü güzel fotoğraf da çekmiş oldum. Benim gördüğüm her yeri bisikletim de görsün istiyorum. Son olarak, tırmanış antrenmanı için soluğu Kemer'de alma ihtimalim vardı. Bu yüzden, İzmir'den direkt olarak Kemer'deki tura geçebilme lüksüm olsun diye bisikletimi yanımda istemiştim. Nitekim, o turu da gerçekleştirdim. Önümüzdeki günlerde bir başka yazıda o turdan da bahsedeceğim.

Mustafa Bey'in yaptığı kısa giriş konuşmasının ardından sahne tamamen bana kalmıştı. Yol bisikletine dair bildiğim ne varsa anlatmak istiyordum. Bir yol bisikleti satın almaya gitmeden önce bilinmesi gerekenlerden, satın alırken dikkat edilmesi gerekenlere; aldıktan sonra bakımının nasıl yapılacağından, sürüş esnasında dikkat edilmesi gerekenlere kadar pek çok şey hakkında bildiklerimi aktarmaya gayret ettim. Zaman zaman çok teknik bir hal alan açıklamalardan sıkılmalarına rağmen dikkatle beni dinleyen herkese buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Yol bisikletinde hangi parçanın diğerinden ne sebeple daha önemli olduğunu anlatırken biraz teknik sohbetlere girmiş olsak da, herkesin gerekli ve işe yarar bilgiler edindiğinden eminim. Kimi zaman bisiklette göstererek, kimi zaman tamamen teorik biçimde aktardığım bilgilerle yaklaşık iki buçuk saat süren söyleşinin sonunda, katılanlardan olumlu tepkiler aldım. Söyleşinin sonu, daha çok soru ve cevaplardan oluştu. Bisikletimin arka tekerleğinden gelen göbek sesinin, bisikletime oldukça karakteristik bir hava kattığını ileten bir kişiden, bu sesten rahatsız olan kimselerin de olduğunu öğrendim. Zira onun bisikletinden de gelen benzer ses, etrafındaki insanları rahatsız edebiliyormuş. Bu ses için özellikle çabalayanların ve hatta para ödeyenlerin bile olduğu bilgisini kendisine aktardıktan ve Türkiye Bisiklet Turu'ndaki bazı anılarımdan da bahsettikten sonra, söyleşi artık bitmişti. Söyleşi bitiminde Twitter üzerinden gelen tepkilere şöyle bir baktım. Hepsi iyi dilekler ve teşekkür mesajları içeriyordu. Türkiye Bisiklet Turu'nda Twitter fenomeni Bisiklet Sporu ile yüz yüze tanışıp dost olan ben, İzmir'deki söyleşi sayesinde de bir başka fenomen Bir Tutkudur Bisiklet takma isimli arkadaş ile tanıştım. Birlikte sürmek için can attığım kişilerden biri oldu. Herkes için verimli geçen sürenin ardından, tekrar görüşmek ve belki de katılanlarla bir gün sürüş yapmak üzere oradan ayrıldım. 

Söyleşiye başlamadan önce katılanlarla paylaştığım bir şeyi, sizlere de aktarmak istiyorum. Benim asıl amacım, bisiklete gerçekten ilgi duyan ve bir şekilde başlamak isteyen kişileri bu işe cesaretlendirmektir. Hakkında çok fazla bilgi kirliliği bulunan bu spora ait doğru bildiğim ne varsa aktarmaya çalışıyorum. Yeni başlayanların ise biraz daha bilinçlenerek, bisiklet mağazalarında kendilerine her söylenene inanmalarını engellemeye çalışıyorum. Doğru bilgiye ulaşabilmek için şüpheci olmak gerekir. Ne kadar şüphe ederseniz, gerçeğe o kadar yaklaşırsınız. Bu yüzden, elimden geldiğince fazla kişiye ulaşıp bildiklerimi aktarıyorum. Burada önemli olan, kişilerin bisikletle biraz daha iç içe olmasını sağlamak. Kendimi bu noktada bir bisiklet kültürü misyoneri gibi görüyorum diyebilirim. Vaktim oldukça başka şehirlere gidip, başka kişilerle tanışmak ve onlara da bisiklet anlatmak için can atıyorum. Ayrıca, atlamamam gereken bir nokta daha var ki, o da bu camianın içinde olup bana destek olan yaşça benden büyük kişilere duyduğum şükrandır. Söyleşinin ardından, çoğu Türk Bisiklet Sporu sayfasının üyesi olan, eski milli sporculardan ve bisiklete bir ömür adamış kişilerden gelen tebrik mesajları beni çok mutlu etti. Bu blogu yakından takip eden ve yazdıklarımı takdir eden bu kişiler sayesinde yazdıklarımı daha bir şevkle yazıyorum. 

İzmir'de toplam üç gece geçirdim. Kişisel blogumda İzmir ile ilgili gözlemleri daha sonra aktaracağım. Ancak, yazıyı sonlandırırken buradan teşekkür etmem gereken bazı kişiler var. Öncelikle, söyleşiye katılmam için gerekli ulaşım masraflarımı karşılayan İzmir Bisiklet Derneği'ne ve söyleşi teklifini bana ileten, süreç boyunca oldukça yapıcı bir tavır sergileyen ve bisiklet sporuna gönülden destek veren sevgili Mustafa Karakuş'a çok teşekkür ediyorum. Beni evinde misafir eden ve şehri gezmemde bana yardımcı olan, yürüyerek de gezmek istiyorum ben be! diye tutturduğumda ayakları kopsa da bana eşlik eden bisiklet aşığı dostum Anıl Gencelli'ye ve İzmir'e geldiğimde yediğim ilk yemekle içtiğim ilk birayı ısmarlayan, bana deyim yerindeyse abilik yapıp dertleşen safkan İzmirli bisiklet delisi Ali Sinan Aksöyek'e de minnet borçluyum. Ayrıca, İzmir'de közde kahve nerede içilir diye meraklı gözlerle etrafa bakındığım esnada beni bisikletimden tanıyan, Denge Tekeri'ni yakından takip ettiğini söylemekle kalmayıp benimle ve bisikletimle fotoğraf çektiren, kahvesini ikram eden ve bir paketini de hediye eden Meşhur Dibek Kuru Kahvecisi İlyas Gönen çalışanı sevgili Musa Cankut Erkan'a çok teşekkür ediyorum. Hem ben, hem de evde kahveyi içenler kahvenin hastası olduk. Hatırı kırk yıldan fazla sürecek kahveler bir harikaydı. Ve son olarak, İzmir'de Bisiklet Evi isminde bir mağaza açan ve gördüğüm kadarıyla İzmir'deki bisiklet mağazacılığı seviyesini bir tık yukarı çeken Nafiz Uybat'a da misafirperverliği için çok teşekkür ederim. Mağazasından şapka ve forma alarak desteğimi yaptım. Pek çok farklı renk ve modelde forma bulmanız mümkün. Benim gibi bir forma koleksiyoncusunun sözüne güveniyorsanız, mağazasına bir uğramanızda fayda var.

Sahildeki çimlerine uzanıp burnunuzda deniz kokusuyla bira içmenin keyfinin başka olduğu, güneşi birlikte batıracak hoş sohbet bir dostunuzla zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadığınız, zaman zaman darlaşan sokaklarındaki sessizlikte kaybolmayı umduğunuz ve şehrin arkasında yükselen çirkin yapılaşmanın bile güzelliğini bozmaya yetmediği kent olan güzel İzmir'e en kısa sürede yeniden gidebilmek dileğiyle...

İzmir'deki fotoğrafların olduğu albüm için buraya tıklayın.